2009 yılının Nisan ayında Kapı Yayınları tarafından yayınlanan Katre'i Matem, İskender Pala tarafından kaleme alınmış bir tarihi macera romanıdır. İskender Pala'nın ikinci romanı olan kitap, kaybedilmiş bir aşkın peşinde koşan baş kahramanın Osmanlı sarayına, cinayetlere ve Patrona Halil İsyanı'na kadar genişleyen anlatısıyla, politik bir tarih macerası olarak edebiyat dünyasında dikkatleri üzerine toplar.
Osmanlı'da Lale'nin Büyüsü
Müzayededen alınma bir el yazmasıyla başlar roman. Dönem Lale Devri'dir. Ana kahraman Şahin, Nakşıgül adında bir kadına aşıktır ve tanışmalarının üzerinden çok geçmeden evlenmeye karar verirler. İlk gecelerinin ardından sabaha sadece Şahin gözlerini açabilir. Nakşigül ölü bir şekilde yanında yatıyordur. Şahin daha ne olduğunu anlayamadan dönemin kolluk kuvvetleri tarafından tutuklanır ve denize atılmasına karar kılınır. Fakat denizdeki sandal kalabalığında, bir başka sandalla çarpışan Şahin'in olduğu sandal devrilir ve Şahin elleri, ayakları bağlı olduğu halde oradan kaçmayı başarır. Bindiği başka kayıkta Macar'lı bir doktor ile tanışır ve sevdiği kadını kimlerin öldürdüğünü bulmak için Macar'lı doktor tarafından yüzü değiştirilir.
Bu sırada dönemin padişahı Sultan Ahmet, kardeşi Sultan Mustafa'nın bir oğlu olduğunu öğrenir. Bu oğlu tehdit olarak gören padişah hemen aranmasını söyler, bu Şahin'den başkası değildir. Cinayetlerin esrarını çözmeyi çok seven vezir İbrahim Paşa, Şahin'in peşine düşer ve bir araya gelirler. Şahin karısının cinayetinin gizemini çözmeye çalışırken Hafız Çelebi ile tanışır ve Hafız Çelebi Şahin'in elindeki laleyi görünce nereden bulduğunu sorar. Lale önemli bir laledir; bu lalenin bir ikizi vardır ve bulunduğu yerden çalınmıştır.
O dönemde fakirleşmeye başlayan halk Patrona Halil İsyanı'nı başlatır ve padişah tahttan indirilir, vezir de öldürülür. Bu sırada da Şahin karısı Nakşigül'ün cinayetinin sırrını çözer. Olayın bütün esrarı içinde Nakşigül'ün aslında kim olduğunu ve kendisinin de bir şehzade olduğunu anlar.
Yazar Hakkında
8 Haziran 1958 yılında Uşak'ta dünyaya gelen İskender Pala, Divan edebiyatı alanında profesörlük derecesine sahiptir ve aktif bir şekilde üniversitede görevine devam etmektedir. Romanlarının yanı sıra, divan şiiri üzerine çalışmaları ve edebi - bilimsel makaleleri de vardır. İstanbul'da ikamet eden İskander Pala, evli ve üç çocuk babasıdır.
Roman, müzayededen alınan elyazması bir kitabın hikâyesi olarak başlıyor. Okurlar, bu elyazması kitabın açtığı kapıdan içeri giriyor, bir devre adını veren lalenin izinde İskender Pala’nın yarattığı etkileyici ve büyüleyici bir atmosferin içinde yol alıyor.
İstanbul bu romanda, karmaşası, heyecanı, isyanları, kalabalığı ile lalelere bürünüyor. Öyle ki lale sadece bir çiçek değil, bir yaşayış tarzı, estetik bir tavır, kültürel ve tarihsel bir birikim olarak İstanbul’u, hatta tüm Osmanlı’yı çevreliyor. İstanbul, doğal tüm güzelliklerinin, mimari şaheserlerinin tarihî debdebesi ile beraber lalezarlara, lale yarışlarına, lale şiirlerine bezeniyor; lalelerin şehri, renklerin şehri, yaprakların şehri haline dönüşüyor.
İskender Pala, Katre-i Matem’de usta kalemiyle lalelere bezediği İstanbul’da kavuşup doyulamayan, kavuşulamayıp yakan aşkların elemli ve Osmanlı hallerini de tüm ıstırap ve coşkularıyla anlatıyor. Sevdiğini, aşklarının ilk gecesinde kaybeden Şahin’in macerasını anlatan roman, bu kaybın ardındaki esrarı çözmek için külhanlara, tomruklara, lalezarlara ve hatta Osmanlı sarayına kadar gidiyor. İşte bu yolculuk, okuru hiç ummadığı yerlerde hiç ummadığı maceralarla karşılaştırıyor.
Cinayetlerin gölgesiyle giderek gizemli bir hal alan olaylar Lale Devrine nihayet veren Patrona Halil İsyanının yakıcı siyasal çalkantılarıyla birlikte çözülmeye başlıyor.
Kalemimi hokkaya bandırdığım şu anda –ki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı canından; Sultan III. Ahmet’i de tahtından eden cehennemden nişan Eylül İhtilali’nin üzerinden henüz iki hafta geçti- şahit olduğum olayları yazıp yazmamakta kararsız sayılırım. Bilemiyorum. Yazmak gerektiğini düşündüğüm şeyler bir bakıma devlete ait sırları ifşa etmek gibi bir ihanetin ağırlığını da vicdanıma yükleyecek. Öte yandan Şark’ın kutsal çiçeği laleye dair yorumlarda bulunacak ve belki şükufeciyan esnafını gücendirmiş de olacağım. Ama birisi çıkıp yiğit Şehzade Ahmet’i, aşağılık isyancıların yaptıklarını, cennete benzeyen İstanbul’u ve Sadabat’ın laleye kattığı zarafeti anlatmazsa bu dahi tarihe ve şehre haksızlık sayılır.